KÖYÜMÜZE HOŞ GELDİNİZ - SIYASI HABERLER
  FORUM1
  ZİYARETÇİ DEFTERİ
  İLETİŞİM
  RESİM GALERİSİ
  ANASAYFA
  SAGLIK
  ŞABAN KATAR'IN YAZILARI
  SİTE İSTATİKLERİ
  NUR TV:YE DIKKAT
  SEVILEN SAHSIYETLER
  TEMEL ILE DURSUN
  YEMEK CESITLERI
  SEHIT ASKER
  SEVILEN ILAHILER
  SITEDE YENILIKLER
  HADIS SAYFASI
  GÜNDEM
  EGITIM YAZILARI
  KÜTÜPHANE
  SAIRLER
  YCANAKKALE GECILDI
  ERKAN OCAKLI
  RESIMLERIM
  OSMANLI PADISAHLARI
  ALLAHA SAVAS ACANLAR
  TIKLA VANEYI GÖR
  CÜBBELI AHMET HOCA
  HIRKAI SAADET
  IKIZDEREDEN HABERLER
  BILIM
  SIYASI HABERLER
  IKIZDERE TELEFONLARI
  ATMA TÜRKÜ
  SIIR BÖLÜMÜ
  ISLAMI HIKAYELER
  ISLAM
  SEVILEN ÖZANLAR
  SAHABEDEN INCILER
  VASIYET
  HABERLER
  ISLAM TARIHI
  ISLAM VE KADIN
  ISLAM ECDADIMIZ
  ISLAM ILMIHALI
  TIMUR TAS HOCAM
  VANEMIZ
  SABAN KATARIN VIDYOLARI
  KARADENIZ FIKRALARI
  ESMAÜL HUSNA
  ESHABI KIRAM KIMDIR
  ALLAH DOSTLARI
  DINI MESELELER
  HZ:KUR´´AN MEALI
  GAZETE OKU
  IKIZDEREDE SAGLIK HIZMETLERI
  MEKTUP
  KURANI KERIM
  KÖYDEN RESIMLER

 

Karakter Boyutu
 
Abdurrahman DİLİPAK
 
Lütfen, 'Allah' için, 'Filistin' için bir şey yapmayın!
Abdurrahman DİLİPAK | Habervakti
30 Aralık 2008 Salı 00:17

 Abdurrahman Dilipak HaberVakti.com için yazdı...

LÜTFEN, “ALLAH İÇİN”, “FİLİSTİN İÇİN” BİR ŞEY YAPMAYIN!
 

Mesela “Kahrolsun İsrail” demeyin.. Kahrolsun zalimler” diyelim..

Kahrolsun siyonistler” diyelim mesela..
 
Bir kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmemeli..
 
 Katil bir insanın kutlu bir adı varsa, ben o isimle onun yaptığı işi sıfatmak istemem..
 
Eminim Atamız İbrahim, Annemiz Sara, Babamız İshak ve Yakub, soyundan gelen bu hainlerin yaptıklarından bizardır.
 
Bunlar Kabilin davasını ve kavgasını sürdürüyorlar..
 
İsrail, Yakub aleyhisselamın adıdır.
Onlar Hz. Yakuba kurban olsun..
Yakubun dizinde cennette Gazzeli çocukların oturacaklarını ve saçlarının Zeburun elçisinin kutlu elleri ile okşanacağını, Katillerin ise, Hz. Musa ve Harunun laneti ile lanetleneceklerini düşünüyorum..
Siyonistlere olan öfkemiz bizi “İsrail” e düşman etmemeli..
 
Davudun mührüne de.. “Allah için” bir şeyler yapmamıza da gerek yok. Filistin için de! Ne yapıyorsanız kendiniz için yapın.. Zaten öyle yapıyorsunuz.
 
Yaptıklarınızla ya kendi cennetinize sırtınızda tuğla ya da kendi cehenneminize odun taşıyorsunuz. Ya zulme seyirci kalıp siyonistlerin günahlarına ortak oluyor, ya da Filistinli kardeşlerinizin yanında durup  sevap kazanıyorsunuz..
 
Bu olaylar Allahın dilediği zamana kadar sürecek.. Ve sonra Allah dilediğinde olan olacak. Kemal zeval vaktidir. Allah bu dünyada gücü, iktidarı ve serveti ülkeler ve topluluklar arasında evirip çevirir..
 
Biz zulme karşı çıkacağız, çünki görevimiz bu!
Doğru olan bu. “Allah için” değil, Allah rızası için. Allahın bize ihtiyacı yok.. Kimki Allahın kendine yardım etmesini istiyorsa o Allahın dinine yardım etsin..
 
 Zaten onun içidir ki, Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istediğini söylüyor.
 
Çünki bizi ödüllendirmek ve cennetle müjdelemek istiyor.. Bizi , onun istediği gibi davranırsak yeryüzünün varisleri kılmak istiyor..
 
Allah rızası için: kendiniz için bir şeyler yapın. Unutmayın Allahın rızası için mazlumdan yana kim ne yaparsa Allah (cc) onun karşılığını, on katı, yüzkatı, 700 katı fazlası ile verecek. Ve bizi Cennetle ödüllendirecek. Onun rızasına kavuşacağız.. Yoksa Allah (cc) Filistinlilere yardım etmek istiyor da bize muhtaç değil.. O kadiri mutlakdır. Rezzak olan O’dur. Ecele hükmeden o dur..
 
O görmekte, bilmektedir ve hüküm sahibidir.. Unutmayalım ki, Allah cahil ve zalim bir kavme hidayet nasib etmez ve zulüm tek bir millettir.. Allahın yardımı vahdet halinde olursak bize ulaşır. Tefrika en büyük fitnedir.. İman etmeden cennete giremeyeceğimiz gibi, birbirimizi sevmeden gerçekten iman etmiş sayılmayız..
 

Muhammed ümmetinin yöneticileri, bu olanlar karşısında Siyonist Hükümet kadar suçlu ve sorumludur..

Filistinde tefrika çıkartarak düşmanları ile işbirliği içindeki tefrika unsurları da aynı suçun ortaklarıdır.. Filistinli olmak her zaman tek başına masum olmak anlamına gelmiyor.. Doğduğumuz anan babayı, toprağı ve zamanı bir seçmedik. Her kavim içinde kafiler, zalimler, fasıklar, münafıklar ya da “Allahın adı anıldığında kapleri titreyen insanlar” vardır..
 
Allah (cc) bizi razı olduklarından eylesin.
Bize hakkı hak, batılı batıl göstersin ve hakta toplanmayı nasib etsin..
Bizi zalimlerden eylemesin.
Çokca dua edelim.
Dualarımız olmasaydı ne işe yarardık ki!
Tevbe edelim.
Sabredelim. Direnelim. Okuyalım. Saflarımızı sıklaştıralım. Feraset sahibi olmayalım. Öfkemiz merhametimizi aşmasın, sevgimiz nefretimize galip gelsin..
İhtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görelim ya da hakeme gidelim.. İbadetlerimizi aksatmayalım..
Kardeşlerimizi affedelim.
Dedikodu, gıybet ve iftiradan uzak duralım..
Unutmayalım ki, bir kardeşiniz için ona isnat ettiğin iz şey eğer onda yoksa, siz o şeyi yapmış gibi muaheze olacaksınız.
Kimse kalplerden geçeni bilmez..
Haksızlıklar karşısında susanlardan olmayalım..
Sonra ateş bize de dokunur..
Bu gün Filistinde yanan ateşi, eğer burada söndürmezseniz , gün gelir Filistinlilerin başına gelen, sizin de başınıza gelir..
O gün gelmeden bu ateşi söndürün, kendi geleceğinize, çocuklarınızın geleceğine sahip çıkın..
 
 Devran dönmektedir ve her şey olacağına varacaktır..
 
Sahi bizler, cihad edenlerle etmeyenler belli olmadan cennete girdirilevereceğimizi mi sanıyorduk.. Hayat devam ediyor.. Bizler ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz..
 
Fitne zamanıdır.. Görelim mevlam neyler , neylerse güzel eyler..
 
Sonuçta bizler bu süreçte yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan, söylediklerimizden ve söylememiz gerekirken söylemediklerimizden hesaba çekileceğiz. Sadece Filistinden değil, yeryüzünden hesaba çekileceğiz..
 
Çünki bizler yeryüzünde Hakkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve haykıran sesi olacağız..
Şehidlerimize selam olsun.
Onlar ölümsüzlüğü seçtiler..
 
Selam ve dua ile..
 
NOT: Muharrem ayı mübarek olsun..  Aşureye gelince, her gün aşura ve her yer Kerbela şimdi!
BU SANA YAKISMADI ERZÜRÜMLÜ........?  BU TUZAGA DÜSMEYIN MUSLUMANLAR....?
Baykal çarşaflılara CHP rozeti taktı
Baykal çarşaflılara CHP rozeti taktı
17 Kasım 2008 00:01
Baykal 'Daha önce AK Parti'ye oy verdik' diyen kişilerin de bulunduğu 15 bin kişinin partisine katılım törenine katıldı ve ilginç bir konuşmaya imza attı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal, daha önce AK Parti'ye oy verdiği iddia edilen kişilerin de bulunduğu 15 bin kişinin partisine katılım törenine katıldı. Törene, çok sayıda başörtülü ve çarşaflı kadının katılması dikkat çekti. Kendisini karşılayıp çiçek veren başörtülü kadına rozetini Baykal taktı.

Baykal, "Birlikte yola çıkıyoruz. Başörtülüsü, türbanlısı, başı açığı, Erzurumlusu, Erzincanlısı, kadını, erkeği ile birlikte yola çıkıyoruz." dedi.

Sultançiftliği Hamza Yerlikaya Kapalı Spor Merkezi'nde düzenlenen törenle çok sayıda vatandaş Cumhuriyet Halk Partisi'ne geçti. Törene; partinin Genel Başkanı Baykal, partili milletvekilleri, belediye başkanları ile çok sayıda partili katıldı. Törene gelişinde coşkuyla karşılanan Deniz Baykal'a başörtülü 2 kadın çiçek takdim etti.

kullan

Salonda bulunan ve çoğunluğunu Erzincan ile Erzurumluların bulunduğu vatandaşlar tören öncesinde Erzurum yöresine ait halk oyunlarıyla eğlendi.

İstanbul'un yeni ilçesi Sultangazi'nin CHP'li belediye başkan adayı Ercan Karabayır, törenin açılış konuşmasını yaptı. Karabayır, toplumun hiçbir kesimini dışlamayacaklarını belirterek, "Biz vurucu gücüz. Çünkü öncelikle biz İstanbul'uz. Eğitim, sağlık ve sosyal yaşam istiyoruz. Sultangazi'yi her alanda Türkiye'nin en iyi ilçesi haline getireceğiz." vaatlerinde bulundu.

"Başkaban Baykal" tezahüratlarıyla kürsüye çıkan Baykal ise, "Kimse seni inancından, mezhebinden, etnik kökeninden, memleketinden dolayı kınamasın. Hepimiz eşitiz. Hepimiz kardeşiz. Hiçbir dışlama yok. Bizi birbirimize düşürmeye çalışanların oyununa gelmeyeceğiz. Siyaseti inanç, mezhep, memleket ayrımıyla yapmayacağız. Bakın aramızda türbanlısı var, Kürtler, göçmenler var. Hepimiz kardeşiz, birbirimizi seviyoruz. Birbirimize ihtiyacımız var." dedi.

Törene katılanların sadece partiye katılım törenine katılmadığını belirten Baykal, "Türkiye siyasetinde bir tuzağı bozuyorsunuz. Birileri çıkıp 'din iman' diyecek. 'Aman o partiye oy vermeyin, bize verin' diyecek. 'Ben giderim Almanya'da vatandaşın fitresine, zekatına el koyarım' diyecek. Din-iman diyeceksin, her yolsuzluğu yapacaksın. Sonra oy isteyeceksin. Yok öyle yağma! Nesi varmış Cumhuriyet Halk Partisi'nin? Nesi varmış Deniz Baykal'ın? Neden ona oy vermeyecekmişsiniz? 'Türkiye'nin bütün evlatları benim evladım' diyorlar; ama çocuk deyince onların aklına sadece kendi çocukları geliyor. Benim aklıma ise 70 milyonun çocuğu, hatta hiç görmediğim çocuklar geliyor. Bu oyunu bozuyorsunuz." dedi.

Bugüne kadar hiç bir araya gelmemiş insanlar olarak elele verdiklerini belirten Baykal, "Birlikte yola çıkıyoruz. Başörtülüsü, türbanlısı, başı açığı, Erzurumlusu, Erzincanlısı, kadını, erkeği ile birlikte yola çıkıyoruz." şeklinde konuştu.

Türkiye'nin 6,5 yıldır bir iktidar ile yönetildiğini belirten Baykal, iktidar partisinin çok müsait bir zamanda görev aldığını belirtti.

Baykal, "Şimdi İMF ile yeni bir anlaşma yapılmaya çalışılıyor. 6,5 yıldır bu ülkeyi kim yönetti? Geçim düzeldi, işsizlik azaldı, gelir arttı ve esnafın durumu düzeldi diyebilirmiyiz? Esnaf kepenk kapatıyor kepenk. Bugüne kadar Türkiye'ye gelmiş bütün iktidarların toplam iç borcu 220 milyar dolar iken sadece bunların neden olduğu borç 280 milyar dolardır. Üreticiyi teşvik ettiklerini söylüyorlar. Tamam, bunu yapsınlar. Ancak bütün Avrupa devletleri üretici kadar tüketimi de destekliyorlar. Esnafın, emeklinin, işçinin, vatandaşın alım gücünü artırmak lazım. Yoksa sadece zam yaparak kriz önlenmez. Zam yaparak sadece vatandaşın parasını cebinden almış olursun. Savunacak halleri yok." dedi.

Baykal'ın, "Ülkenin genel gidişatından memnun musunuz?" sorusuna salonda bulunanlar "Hayır" şeklinde bağırarak cevap verdi.

Baykal, konuşmasının ardından, partiye katılan 20 kişiye, diğer katılımları temsilen parti rozeti taktı. Baykal, ilk rozeti kendisine karşılayarak çiçek veren başörtülü kadına taktı. Rozet takılanlar arasında çok sayıda başörtülü ve çarşaflı kadının olduğu görüldü. Baykal, başörtülü kadınların rozetlerini örtülerinin üzerine taktı.

Tören sonrasında isimlerini vermek istemeyen 3 çarşaflı kadın, önce kayınbiraderlerinin partiye katıldığını; sonra da kendi istekleriyle partiye katıldıklarını söyledi.

Baykal'a çiçek veren ve ilk rozetin takıldığı başörtülü kadın ise, "Neden Cumhuriyet Halk Partisi? şeklindeki soruya, "Değişim, yenilik" cevabını verdi. Tören, rozetlerin takılmasından sonra sona erdi.

CHA



Bu haber 8467 okundu

Şehit oğlunun komutanını bakana şikayet etti

Diğer GÜNCEL haberlerini okumak için tıklayınız...
Şehit oğlunun komutanını bakana şikayet etti

Şehit Jandarma Çavuş İsmail Uygun'un annesi Sultan Uygun, oğlunun komutanını 'adil' davranmadığı gerekçesiyle Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a şikâyet etti.

Acılı anne, oğluna 12 saat nöbet tutturulduğunu belirterek, "12 saat kim nöbet tutuyor Allah aşkına?" dedi.

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, önceki gün Diyarbakır'ın Lice ilçesinde şehit düşen Jandarma Çavuş İsmail Uygun'un Kayseri'nin Turgut Reis mahallesinde bulunan ailesine taziye ziyaretinde bulundu. Bakanı ziyareti sırasında şehit İsmail Uygun'un babası Mürsel Uygun ve ağabeyi Ali Uygun ile birlikte aile yakınları karşıladı. Şehit evi önünde gerçekleşen ziyarete ilerleyen dakikalarda şehidin küçük kızı Beyza'yı kucağına alarak annesi Sultan Uygun ve eşi Ayşe Uygun da katıldı. Bakan Binali Yıldırım, ayağa kalkarak şehidin annesi Sultan Uygun ve eşi Ayşe Uygun'a da "Başınız soğulsun" dileklerini aktararak şehidin kızı Beyza'nın saçlarını okşadı. Bunun üzerine şehit annesi Sultan Uygun, Bakan Yıldırım'a sitem dolu sözlerle karşılık verdi. Askerlikte görev yeri belirleme işlemine 'kayırma' etkeninin karıştığına işaret eden anne Uygun, "Başın sağolsun demek kolay. Ben onu ne hallerde büyütüp yetiştirdim. Ne zorluklarla büyüttüm. Ciğerim yanıyor. Bazı şeyler çok zoruma gidiyor. Ben türbanlı biriyim. Şehit olanlar içinde annesinin dudağı boyalı olan var mı? Hiç öyle bir şehit annesine rastladınız mı? Torpil olduğunu bilseydim bende yaptırırdım. Hiç zengin ailelerin çocukları oralarda askerlik yapıyor mu?" diye sordu.

Anne Uygun, şehit düşen oğlunun komutanını da Bakan'a şikayet etti. Komutanının oğluna adil davranmadığını belirten Sultan Uygun, "İsmail'im aradıkça 'bana şu şekilde gıcık alıyorlar' diyordu. 12 saat Doğu'da kim nöbet tutuyor Allah aşkına. Bu çocuk üniversiteyi okumuş. Bu çocuk evin önünden geçen yabancılardan korkardı. Bu nasıl teröristlerle çarpıştı. 'Şarjörü takamadı' diyorlar. Eşim 'arama' dedi ama dün akşam komutanını aradım. 'Seni Allah'ın mahkemesine havale ediyorum. 12 saat nasıl nöbet tutturdunuz' dedim. Bize şehit haberini vermek için gelen kişi 'oğlunuz yemekhanede öldü' dedi. Daha sonra da dediler ki, teröristlerle çatışırken siperdeyken 'kafanı kaldırma' demişler. Benim çocuğum da kaldırmış. Kafası parçalanmış. Cesedi tanınmaz haldeydi. Canım kurban olsun sen de benim kardeşimsin." diye konuştu. Konuşmanın ardından şehit İsmail Uygun'un 2 yaşındaki kızı Beyza, Bakan Yıldırım'ın ceketindeki Türk bayrağı rozetini almaya çalıştı. Bunun üzerine Bakan Yıldırım, rozeti çıkararak minik Beyza'nın annesine teslim etti. (CİHAN)

Cihan

Bu haber 5720 kez okundu
Ahmet Altan öyle bir yazı yazdı ki...
11/4/2008 Karakter Boyutu:
'Mustafa' filmine gelen eleştiriler Ahmet Alatan'ı çileden çıkardı. Altan, bugün öyle bir yazı yazdı ki ateş gibi.

Atatürk

Tabii ki insanlar saçmalayabilirler.

Ama saçmalığı bir ideoloji haline getirip “herkes bu saçmalığı tekrarlamak zorunda” dediğiniz zaman sorun da başlamış demektir.
Can Dündar’ın “Mustafa” filmi fevkalade ciddi bir saçmalama yarışı başlattı.

Filmle ilgili şöyle eleştiriler okudum:

“Atatürk’ü kısa göstermiş.”

Eee, ne olmuş?

Uzun boylu muydu Mustafa Kemal?

Yoo, kısa boylu, ince sesli bir adamdı.

Onun bu fiziksel özellikleri, onun yaptıklarını ya da yapmadıklarını değiştirir mi?

“Atatürk’ü içki içerken gösteriyordu,” diyorlar.

İçmiyor muydu?

Sıkı içiciydi ve içiyordu.

Ne var bunda?

Tabii filmle ilgili asıl söylemek istedikleri şu:

“Atatürk’ün insani zaaflarını gösteriyor.”

Yok muydu Atatürk’ün insani zaafları?

Vardı ve çoktu.

Kimin yok ki?

Hepimizin var.

Mesele tam da burada işte.

“Atatürk sıradan fanilere benzeyemez, benzetilemez, o bizler gibi değildir.”

“Onun insani zaafları olamaz.”

Türkiye’nin çok önemli kilitlerinden birini çözecek soru burada karşımıza çıkıyor işte.

“Neden Atatürk’ü insanüstü biri gibi anlatmak istiyorsunuz bize?”
Niye onun önemli bir lider, tarihte yerini almış bir şahsiyet olması yetmiyor da, ona “tanrısal” bir görüntü yüklemek istiyorsunuz?
Bir insanı, bütün insani zaaflarından soyarak tanıtmak, ona bir tür “dinî dokunulmazlık” sağlamaya uğraşmak, “laiklikle” ne kadar bağdaşır, o da ayrı bir soru.

Her dinden insan için “peygamberi” kutsaldır, buna rağmen peygamberlerle ilgili filmler yapıldı.

Hatta Hıristiyanlar kendi peygamberleriyle dalga geçen filmler bile çektiler.

Bizde ise, Atatürk’e, neredeyse “peygamberlerin” bile sahip olmadığı bir “tanrısallık”, bir dokunulmazlık yüklemeye uğraşıyorlar.

Neden yapıyorlar bunu?

Çünkü Atatürk, bu ülkenin yaşadığı birçok çarpıklığın, çürümüşlüğün sorgulanmasını önleyen bir kalkan gibi kullanılıyor birçokları tarafından.

Atatürk’e “tanrısal” bir statü verip, onun arkasına saklanıyorlar.
Şu anda, halkı tarafından böyle algılanan ve böyle algılanması için çaba gösterilen bir tek “lider” var.

O da Kuzey Kore’nin yöneticisi.

Doğrusu ya, Atatürk’ün o adama benzetilmek isteyeceğini de hiç sanmıyorum.

Kendi yaptıklarını Atatürk’ün arkasına saklanarak yapmak isteyenler, saçmalıklarını gittikçe artırıyorlar.

Ne İskender, ne Napolyon, ne Lenin, ne Washington kendi halkları tarafından böyle değerlendirilmiyor.

Değerlendirilmemesi de gerekir.

Bu insanlar, özel yetenekleri olan liderlerdi.

Ama hepsinin de zaafları vardı.

O zaafların açıkça bilinmesine, söylenmesine rağmen hâlâ saygı görürler, halkları, insanları onları zaaflarıyla sever ve saygı gösterir.

Ya da sevmez ve saygı göstermez.

Atatürk bir diktatördü.

Bunu kendisi bizzat Fethi Okyar’a da söylemişti.

Katı bir adamdı.

Muhaliflerine karşı çok sertti.

Çok ihtiraslıydı.

Bir asker olarak kendisini çok mutlu edecek kadar büyük başarılara sahip değildi ve yaşadığı dönemde onu en çok kızdıran eleştirilerden biri “bir meydan savaşını bizzat kazanmamış olduğunun” söylenmesiydi.
Buna karşılık olağanüstü iyi bir örgütçü, dengeleri her zaman çok iyi gözeten yetenekli bir politikacıydı.

Kendi ilkeleri yoktu, duruma göre görüşlerini değiştirirdi, pragmatikti.

Kendine ait bir kuramı, derinliğine kapsamlı bir fikir sistemi bulunmuyordu.

“Bu, Mustafa Kemal’in kendi fikriydi, daha önce hiç söylenmemişti” diyebileceğiniz tek bir fikir bile bulamazsınız zaten.
Batılı bir hayat tarzını Türkiye’ye getirmek isterdi.

Ve o Batılı ülkeyi de kendisinin yönetmesini isterdi.

Bir asker olduğu için “emirlere” inanırdı.

Klasik Batı müziğini bile Türk köylüsüne emirle sevdirebileceğini sanmıştı.

Denemişti.

Bunu “iyi niyetli” bir şekilde yapmıştı, çünkü Sofya’da, Selanik’te, Berin’de gördüğü hayatın Türkiye’de de yaşanmasını istiyordu.
Sadece o hayatın nasıl şekillendiğini, hangi aşamalardan geçilerek o noktaya gelindiğini bilmiyordu.

Zorla şapka giydirip, zorla müzik dinleterek Batılı bir toplum yaratabileceğini sanıyordu.

Yaratılamazdı, yaratamadı.

Ama Kurtuluş Savaşı’nı çok iyi örgütledi, cumhuriyeti kurdu.

Liderliği ile ülkenin önemli bir dönemeçten geçmesini sağladı.
Bu gerçek değişmez.

Atatürk’ün zaafları bulunan bir insan olduğu gerçeği de değişmez.
Onun kurduğu cumhuriyetin hâlâ demokratikleşemediği gerçeği de değişmez.

Zaten gerçekleri değiştirmeye değil, o gerçekleri görmeye ihtiyacımız var.

O gerçekler görüldüğü zaman Atatürk’ün ne değeri eksilir ne de değeri artar, sadece onun arkasına saklananların asıl yüzü ve amaçları ortaya çıkar.

Esas korktukları da bu, onun için bu kadar saçmalıyorlar zaten.

AHMET ALTAN-TARAF

TARİH TEKERRÜR ETMESİN DİYORSANIZ İBRET ALIN

2. Abdülhamit’ten alınan feci intikam!
2. Abdülhamit’ten alınan feci intikam!
Yusuf Gezgin,2 asırlık bir projenin, büyük ve iddialı bir hedefin silahlı tedhiş örgütü Ergenekon'un derin köklerini yazdı.

Ergenekon'un derin kökleri

Ergenekon, 2 asırlık bir projenin, büyük ve iddialı bir hedefin silahlı tedhiş örgütüdür. Ergenekon, Türkçü vurguları kullanarak Türk milletinin sinirlerini, beynini, can damarlarını ele geçirmiş “nifak merkezi”nin kirli elidir.

Ergenekon, değerlerimize, kültürümüze, geleceğimize ipotek koyan; karabasan gibi üzerimize çöken ve bize aman vermeyen “fitne organizasyonu”nun aracıdır. Bu nedenle Ergenekon örgütünün adı ve kadrosu değişebilir, mevcut elemanları feda edilebilir; ama misyonu kolay sona ermez. Amaçlananları icra edecek başka örgütler devreye sokulur, farklı çalışma yöntemleriyle yola devam edilir. (Ergenekon’dan ümidini yitiren “derin yapı” yeni bir Ergenekon için harekete geçti bile!)

Peki, 2 asırlık bu projenin hedefleri nelerdir? Bu “derin”, “karanlık”, “fitne” organizasyonun ülkemizle, milletimizle alıp veremediği nedir?

İki asırlık proje, bir Siyonist organizasyonudur. Bu organizasyonun hedefi “Arzı Mev’ud”u gerçekleştirmek ve Kudüs merkezli güçlü bir Yahudi devleti kurmaktı. Proje, Yahudilerin Kabbalistik rüyalarını gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Bunun için, Osmanlı Devleti’nin yıkılması veya teslim alınması gerekiyordu. Biraz Yahudilerin etkisiyle, biraz da işlerine geldiği için, batı bu projeye destek verdi. Projeyi icraya koymak için bir ekip 1808 yılında harekete geçti.

Bizim coğrafyamızda ve medeniyet havzalarımızda dinlerini ve kimliklerini açıkça yaşayabilen Yahudiler, Fransız ihtilaline kadar batıda insan yerine bile konmuyordu.

Fransız ihtilalinden sonra oluşan yeni durum paradigmaları değiştirdi (Fransız ihtilalinde Yahudilerin etkisi tartışılmaktadır). Milliyetçilik, bağımsızlık, özgürlük, ulus devlet kavramları dünyadaki güç dengelerini değiştirdi ve Yahudilere önemli hareket imkânları sağladı. Sermaye terakümü, liberal ekonominin yaygınlaşması ve ticaretin küreselleşmesi, asalet-silah yerine sermayenin öne çıkmasına neden oldu. Ticaretten anlayan Yahudiler bu dönemden sonra sürekli güçlendiler.

Eskiden küçük hesaplar üzerine basit numaralar çevirirken, global oyunlar oynamaya, dünyanın dengelerini etkilemeye başladılar. Uluslararası ticaretin artması, devlet politikalarını etkileyecek büyüklükte şirketlerin ortaya çıkması Yahudileri dünyanın en etkili gücü haline getirdi.

Bu gün sermayeyi kutsayan ve devletleri atomize etmeyi hedefleyen sürecin arkasında Yahudi teorisyenler vardır. Zira Yahudiler az nüfuslarına rağmen büyük dengelerle oynamayı başarabilen, gizli operasyonlarla büyük olayları tetikleyebilen, sınırlı güçlerini manivela gibi kullanarak değişimleri etkileyebilen organize bir yapıdır.

Kudüs merkezli bir devlet kurma amacıyla yola çıkan Yahudiler, artık uluslararası sermaye ve finans araçlarını, sızdıkları güçlü ülkeleri kullanarak dünyaya hükmetmektedirler. Günümüzde Yahudiler dünya ekonomisi ve siyaseti üzerinde her türlü manipülasyonu yapabilecek imkanlara sahiptirler.

Tarihin her döneminde büyük devletlerin beynine yerleşerek etkili olan Yahudiler, bu gün ABD’de etkili oldukları gibi; bir dönem Büyük Britanya imparatorluğunun bünyesinde temerküz etmişlerdi. Osmanlı devletinin zayıfladığı ve yıkılmaya yüz tuttuğu bu dönemde, Kabbalistik hedefleri doğrultusunda Kudüs ve çevresini gözlerine kestirdiler. Yani “Arzı Mev’ud” hedefi için kolları sıvadılar. Osmanlı Devleti 1482 yılında İspanya’dan pek çok Yahudi’yi getirmiş ve Selanik, Edirne, İstanbul, İzmir gibi yerlere yerleştirmişti. Bu Yahudilerden “Sebetay” dediğimiz kesim, Müslüman görünümünde Osmanlı Devleti’nin önemli noktalarına sızmaya ve yönetimde, orduda etkili olmaya başladı. Açık Yahudiler ve batılılar da içimizdeki kripto Yahudilere Osmanlı devletinin önemli noktalarını ele geçirme konusunda destek verdiler.

1808 tarihinden sonra Osmanlı Devleti’ni yıkmaya, Arzı Mev’ud’u gerçekleştirmeye, Kudüs’ü ele geçirmeye yönelik pek çok gizli uluslararası toplantı kongre yapıldı. Kripto Yahudiler devlet ve ordu içine sızarken, açık Yahudiler Kudüs ve çevresine nüfus yığınağı yaptılar. (Açık Yahudiler Kudüs merkezli devlet hedefine ulaştılar.

Kripto Yahudiler ise dün sızdıkları devletin ve toplumun bütün stratejik noktalarını ele geçirdiler. Bu gün, TSK ve stratejik bürokratik kurumlarda etkili olan bu cenah Türk insanına ve Türk-İslam değerlerine karşı sofistike bir mücadele yürütmektedir.)

2. Abdülhamit Yahudilerin bu hedeflerini anladığı için oraları şahsi mülkü haline getirmiş, alınıp satılmasını engellemeye çalışmıştır. Teoderl Herlz liderliğindeki Yahudilerin borçların silinmesi mukabili Abdülhamit’e sundukları teklif ve aldıkları cevap herkesin malumudur. Ama Yahudiler, “dünün ulusalcıları” İttihatçıları kullanarak 2. Abdülhamit’ten intikamlarını feci almışlardır. Zira 2. Abdülhamit’in hal’ini tebliğ eden heyet içinde Yahudilerin lideri Teoderl Herzl de vardır.

1808’de Kabbala'nın gösterdiği hedefler için bu topraklarda örgütlenen Siyonistler 100 yıllık çalışma sonunda, 1908’de Abdülhamit’i indirip, pek çok kripto Yahudi’yi içinde barındıran İttihatçıları iktidara getirdiler. Bu tarihten sonra Osmanlı devleti hızla çökertilirken, Yahudiler Kudüs çevresinde çoğaldılar ve 2. Dünya Savaşı sonrası “Soykırımı?” bahane ederek, batının desteğinde İsrail’i kurdular. Ayrıca bu olayla, bütün dünyada “dokunulmazlık”, “eleştirilmezlik” elde ettiler. (Mahir Kaynak’ın “sonuçların kimin işine yaradığına bakma” yöntemini kullanarak Yahudi soykırımı iddiasını bir daha düşünmek lazım!)


Bu gün uğraştığımız “Ergenekon” ve her taşın altında çıkan “derin devlet” işte bu dönemde bünyemize yerleşmiştir. Sanılandan çok daha eski ve köklüdür. NATO’ya girmemizle kurulmamış, bu dönemde İngilizlerin güdümünden ABD himayesine geçmiştir.

Türkiye’deki Ergenekon’un İtalya’daki Gladyo ile karşılaştırılması çok yanlıştır. İtalya’daki, Gladyo bir ülkenin NATO kontrolünden çıkmaması için yapılandırılmıştı. Oysa Türkiye’deki Ergenekon ve onun bağlı olduğu “Derin Yapı” sadece Türkiye’nin değil, bir medeniyetin kontrolünü hedefliyor.

Şu anda bu cenah, derin yapının deşifresinin az bir hasarla kurtarılabileceği ümidindedirler. Eğer dava Veli Küçük gibi taşeronlardan daha derinlere inerse fırtına o zaman kopar. Kripto ecnebilerin hükümetlere kafa tutan “Taşeron Medya Gurubu” derin yapı sadece ucundan yakalanmışken nasıl feveran ediyor. Yarın mesele ciddileştiğinde, pek çok kripto ecnebinin devleti ve milleti nasıl söğüşleyip, maniple ettiği ortaya çıktığında bunlar gerçek hırçınlıklarını, saldırganlıklarını sergileyeceklerdir.

Ergenekon ve onun bağlı bulunduğu derin yapı maalesef mevcut sistemin bütün birimlerinde, etkindir. Yara alıyor ve zaafa uğruyorsa da bu karanlık odaklar memleketi yangın yerine çevirmeye muktedirler. Şu anda bu işin az hasarla, fazla derinleşmeden savuşturulabileceği ümidini korumaktadırlar.

Eğer dava ve soruşturmalar derin yapının ana damarlarına ulaşır, 2 asırlık projenin milletimize ve coğrafyamıza ne gibi gaileler açtığı görülmeye başlarsa, asıl gürültü o zaman çıkacaktır. Bu defa dışarıdaki büyük ağaları, hamileri de devreye girecektir.

Ergenekon ahtapotun sadece bir koludur. Bu yolda verilecek daha çok mücadeleler, cesaret isteyen işler vardır. Bu cendereden kurtulabilmek için, mutlaka derin sistemi deşifre etmeli ve etkisiz hale getirmeliyiz. “Derin Yapı”nın tasfiyesi bizi mengenede tutmak için kurulan sistemin yıkılması demektir. Derin sistemin mengenesinden kurtulan Türkiye büyük bir sıçrama yapacak ve her biri bir deliye, psikopata, diktatöre teslim edilmiş İslam coğrafyasının da ufkunu açacaktır.

Problemin çözümü bütünüyle bizdedir. Dün onlar güçlü oldukları için değil, biz zaaf ve gaflet içinde olduğumuz için bu sistemi kurabildiler. Bu gün bu mengeneden onlar zayıfladığı için değil, biz kendimize geldiğimiz, hadiselerin farkına vardığımız için kurtulacağız. Kendi imkânlarımızın, dinamiklerimizin farkında olup, çaba gösterdikten sonra derin yapıların, sinsi hesapların yapabileceği çok şey yoktur.

İki asırdır kanımızı emen, istikbalimizi karartan canavar sobelenmiştir. Hatta kuyruğundan da yakalanmıştır. İnşallah bundan sonra milletimiz bu işin peşini bırakmayacaktır. Gerçek hukuk adamları bu baş belası canavarın hakkından geleceklerdir.

Uzun sürse ve zor olsa da…


YUSUF GEZGİN-AKTİFHABER

04.Kasım.2008 17:06:18
Köşk'te renkli resepsiyon GALERİ
Köşk'te renkli resepsiyon GALERİ
30 Ekim 2008 01:14
Köşk'teki resepsiyona katılım büyük oldu. Siyasilerin dışında Aydın Doğan, Adnan Polat, Elvan Abeylegesse, Sibel Can ve daha birçok isim oradaydı.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla öğle saatlerinde devlet protokolü için verdiği resepsiyonun ardından akşam saatlerinde sivil toplum örgütü temsilcileri, iş adamları, sanatçılar, sporcular ve gazetecilerden oluşan davetliler için eşli resepsiyon verdi.

RESEPSİYONDA KİMLER VARDI? FOTOGALERİ İÇİN TIKLAYIN

Cumhurbaşkanı Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, Büyük Resepsiyon Salonu'nun kapısında davetlileri karşıladı. Cumhurbaşkanı Gül'ün smokin giydiği resepsiyonda, Hayrünnisa Gül'ün de lacivert döpiyes giydiği görüldü. Davetliler arasında TBMM Başkanı Köksal Toptan ve eşi ile çok sayıda bakan ve milletvekili de yer aldı.

Resepsiyona, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Devlet bakanları Mehmet Aydın, Mehmet Şimşek, Nimet Çubukçu, Said Yazıcıoğlu, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Özak eşleriyle Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler eşsiz katıldı. AK Parti Adana milletvekili Ömer Çelik'in de resepsiyona smokinli katıldığı görüldü.

Resepsiyonda, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan ve eşi, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürü Salih Melek ve eşi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve eşi, TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Nüket Yetiş ve çok sayıda milletvekili ile eşleri de hazır bulundu.

Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda, aralarında TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, ATO Başkanı Sinan Aygün, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, ÇGD Başkanı Ahmet Abakay, Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken'in de bulunduğu çok sayıda sivil toplum örgütünün temsilcileri de yer aldı.

Aralarında, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Hilmi Bengi, Oktay Ekşi, Mehmet Altan, Enis Berberoğlu, Fikret Bila, Nazlı Ilıcak, Ertuğrul Özkök, Doğan Hızlan, Murat Yetkin, Fehmi Koru, Mustafa Balbay, Can Dündar, Coşkun Aral, Fatih Karaca, Sedat Ergin ve Şamil Tayyar'ın da bulunduğu çok sayıda medya temsilcisi de resepsiyona katıldı.

Resepsiyonda sanat camiasından da Erdal Özyağcılar, Kenan Işık, Sibel Can, Zara, Mustafa Erdoğan, Süheyl Uygur ve eşi Burçin Orhon, Behzat Uygur ve eşi, Ercan Saatçi, Ahmet Özhan, Şefika Kutluer, Yıldız İbrahimova gibi isimler yer aldı. 

İş adamlarından aralarında, Aydın Doğan ile eşi Sema Doğan, Nazif Zorlu, Ferit Şahenk, Ahmet Çalık ve Ali Sabancı'nın da bulunduğu çok sayıda davetli resepsiyonda hazır bulundu.

Topkapı Sarayı Müdürü Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Üstün Dökmen'in de aralarında bulunduğu akademisyenler de resepsiyona katıldılar. 

CUMHURBAŞKANI GÜL'DEN SPORCULARA ÖZEL İLGİ

Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay ile resepsiyona gelen madalyalı sporculara Cumhurbaşkanı Gül ve eşi Hayrünnisa Gül özel ilgi gösterdi. Sporculardan branşlarını öğrenen Cumhurbaşkanı Gül, onlarla fotoğraf çektirdi. Milli atlet Elvan Abeylegesse, milli halterci Halil Mutlu, milli jimnastikçi Ümit Şamiloğlu, milli tekvandocu Azize Tanrıkulu ve bazı engelli sporcular resepsiyonda hazır bulundu. Cumhurbaşkanı Gül, 2008 Paralimpik Oyunları'nda okçulukta birinci olan Gizem Girişmen ile de yakından ilgilendi.

Resepsiyonun minik konukları olan madalyalı minik satranççılar Batuhan Daştan ve Cemil Can Ali Marandi de Cumhurbaşkanı Gül ve Hayrünnisa Gül'den ilgi gördü. Resepsiyona smokinle katılan minik şampiyonlar, gazetecilere poz vererek, kendilerini tanıttılar. Cumhurbaşkanı Gül ve eşi Hayrünnisa Gül de 2008 Avrupa Yaş Grupları Şampiyonası'nda altın madalya kazanan Cemil Can Ali Marandi ve Dünya Okullar Şampiyonası'nda 11 yaş altında derece alan Batuhan Daştan ile fotoğraf çektirdi.

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Gül, karşılamanın ardından eşi ile birlikte gazetecilere poz verdi. Bu sırada bir gazetecinin ''Cumhuriyet Bayramında Çankaya Köşkünde bu kadar kalabalık bir davetli topluluğunu ağırlamak nasıl bir duygu?'' sorusuna Gül, ''İyi bir duygu'' yanıtını verdi.

AA

Resepsiyonda başörtüsüne tepki!
Resepsiyonda başörtüsüne tepki!
29 Ekim 2008 22:48
Manisa'da Cumhuriyet resepsiyonu askerin başörtüsü tepkisine sahne oldu. Manisa Belediye Başkanı başörtülü eşiyle salona geldi, askerler salonu terketti.

Aziz Gül'ün haberi

Manisa Belediye başkanı Bülent Kar başı örtülü eşi Selma Kar ile resepsiyona gelince  Manisa Birinci Piyade Er Eğitim Tugay komutanlığı ile  İl Jandarma Alay komutanlığından Cumhuriyet balosuna katılan üst düzey rütbeliler eşleri ile birlikte salonu aşamalı bir şekilde terk ettiler.

Manisa valisi Celalettin Güvenç eşi Turan Güvenç ile birlikte Manisa valililiği parkında ki Polis lokalinde bu akşam düzenlediği  Cumhuriyetin 85.yıl dönümü nedeniyle verdiği resepsiyonda yaşanan bu olay katılanlar tarafından üzüntü ile izlenildi.

Saat 19.30  başlayan  resepsiyonda 19.45 te  salona  eşi Naime  Babüroğlu ile birlikte giren 1. Er Eğitim Tugay Komutanı Tuğgeneral Naim Babüroğlu ile birlikte   İl Jandarma Alay Komutanı Kıdemli Albay Mürsel Şahin ve 1. Er Eğitim Tugay komutanı ile İl Jandarma Alay komutanlığından oluşan 15 kişilik gurup,  saat 19.  55 Salona  Belediye başkanı Bülent kar ın türbanlı eşi  Av. Selma kar ile birlikte salona girince birbirinin yüzlerine bakan Askeri erkanda hareket  görüldü önce alt kademedeki albay yarbay ve binbaşı seviyesinde askeri erkan eşleri ile birlikte  kapıdan ayrılırken  kapıda gelenleri karşılayan Vali Celalettin Güvenç ile eşi  askerlerin topluca salondan ayrılmasını anlayamadı ancak  askerlerin 'Sigara molasına gidiyoruz' sözleri duyuldu.

Salondan daha sonra İl Jandarma Alay Komutanı  ayrılırken salona vali girdikten sonra bir süre vali ile birlikte görünen Tugay Komutanı Naim Babüroğlu ile eşi de salonu terk etti.

Valilik parkındaki polis lokalinden ayrılan askerleri aynı parktaki İl Jandarma  Alay Komutanlığı'nın gazinosuna gittikleri görüldü.

Olayla ilgili Manisa Belediye başkanı Bülent Kar, basın mensupların, 'Askerler salonu eşinizin başörtülü olmasından dolayı mı resepsiyonu terketti?' sorusuna 'Ben bu saatten sonra eşimi değiştiremem, bu benim sorunum değil onların sorunu'  cevabını verdi..

HABER 7

TERÖRİST Öcalan'dan tarihi itiraf - İZLE
10/27/2008 Karakter Boyutu:
Ergenekon terör örgütü operasyonuyla gün yüzüne çıkan kanlı örgüt PKK'nın derin bağlantılarını, bölücübaşı Abdullah Öcalan da doğruladı

''Ben PKK meselesini bitirirsem beni de bitirirler'' diyen Öcalan, örgüt içinde Ergenekon'la bağlantılı teröristlerin olduğunu itiraf etti. Eski siyasetçi Abdülmelik Fırat'ta ''PKK perdenin arkasında JİTEM’le sarmaş dolaş'' dedi.

Terör örgütü PKK'nın derin devlet bağlantısı Ergenekon Operasyonuyla apaçık ortaya çıktı. Yıllarca Türkiye'de kardeş kanı dökülmesine sebep olan kanlı örgütün, Ergenekon bağlantısına yönelik önemli itiraflar ve önemli tespitler yapıldı.

ÖCALAN'DAN ERGENEKON İTİRAFI

İmralı cezaevinde bulunan bölücübaşı Öcalan, örgüt içinde Ergenekon'la bağlantılı teröristlerin olduğunu itiraf etti. 1995 ile 1999 yılları arasında PKK içerisinde kriz yaşandığını anlatan Öcalan, bu krizi Ergenekon ve Veli Küçük bağlantılı adamları yüzünden çözemediğini ileri sürdü. Kürt sorununun bitmesini istemeyen güçler olduğunu vurgulayan Bebek katili Öcalan, çözümsüzlükten nemalanan lobilerin olduğunu belirtti.

ÖCALAN: BENİ DE BİTİRİRLER

İmralı'da avukatlarıyla yaptığı görüşmede iddiaları doğrulayan Öcalan ''Ben PKK meselesini bitirirsem beni de bitiririler'' dedi.

33 ASKER NEDEN ŞEHİT EDİLDİ?

Taraf Gazetesine konuşan araştırmacı yazar Ümit Fırat ise Kürt meselesinin çözümünü engellemek için Ergenekon tarzı ilişkilerin hep devrede olduğunu söyledi. Fırat ''1993 yılında hükümet affı konuşacaktı ancak o gün PKK'ya Bingöl'de 33 askeri katlettirdiler'' dedi.

ARAŞTIRMACI YAZAR ÜMİT FIRAT:
CUMHURBAŞKANI DEMİREL'İN KATILACAĞI İLK HÜKÜMET TOPLANTISIYDI AF KONUŞULACAKTI. PKK'YA O GÜN, SİZİ VURMAYA ÖZEL BİR BİRLİK GELİYOR, BİLGİSİ GİTTİ. O GÜN DERİN DEVLET PKK'YA SAHTE BİLGİ VERİP 33 ERİN ÖLDÜRÜLMESİNİ SAĞLADI. 17 YIL GEÇTİ, BİR DAHA ÇÖZÜME HİÇ BU KADAR YAKLAŞILMADI. KATLİAM OLDU BİR DAHA HİÇ AF KONUŞULMADI.

FIRAT: PKK JİTEM'LE SARMAŞ DOLAŞ

Terör örgütü PKK'nın derin bağlantısına dikkat çeken diğer bir isim de eski siyasetçilerden Abdülmelik Fırat. ''PKK perdenin arkasında JİTEM'le sarmaş dolaş diyen eski milletvekili Fırat, Sabah Gazetesine verdiği röportajda önemli açıklamalarda bulundu. Fırat, Musa Anter cinayetini JİTEM ve PKK'nın birlikte gerçekleştirdiğini söyledi.

ESKİ MİLLETVEKİLİ ABDÜLMELİK FIRAT:
PKK, SON YILLARDA DA JİTEM'LE İÇ İÇE ÇALIŞIYOR. BİRBİRLERİNE KARŞIT OLDUKLARINA BAKMAYIN, PERDENİN ARKASINDA SARMAŞ DOLAŞLAR. BAKIN, KÜRT AYDINLARI PKK-DERİN DEVLET İLİŞKİSİNE SESSİZ KALMIŞTIR. NEDEN SADECE PKK DEĞİL, ÇÜNKÜ JİTEM DE VAR. KÜRT AYDINLARINI ÖLDÜRÜP TASFİYE ETTİLER. BUNLARA FAİLİ MEÇHUL DENİLİYOR. BUNLARIN BİR KISMINI JİTEM, BİR KISMINI DA PKK ÖLDÜRDÜ.

PKK'nın dağ kadrosunun ileri gelenlerinden derin devleti temsilen isimlerin olduğunu söyleyen Fırat, Öcalan'la ilk görüşen Paşa'nın da Çevik Bir, olduğunu ileri sürdü. PKK'nın bitirilebilmesi için öncelikle Derin devletin bitirilmesi gerektiğini vurgulayan Fırat, örgütün kullandığı gençlere de önemli uyarıda bulunuyor.

ESKİ MİLLETVEKİLİ ABDÜLMELİK FIRAT:
PKK, KÜRTLERİN GENÇ ÇOCUKLARINI DAĞA ÇIKARIP HEBA EDİYOR. KÜRT MESELESİNİN ÇÖZÜMÜNE DAİR PROJELERİ YOKTUR. KÜRT GENÇLERİNİ HARCAYAN BİR AYGITTIR.

SAMANYOLU HABER

ÖLÜMÜNÜN SIR PERDESİNİ ARALAYACAK İDDİA

Özal'ın ölümündeki esrarengiz olayÖzal'ın ölümündeki esrarengiz olay
Fikri Sağlar, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümü ve Özal'ın 1988 yılında uğradığı suikast ile ilgili ilginç iddialarda bulundu.

KanalTürk'de İpek Medya Grup Başkanı Fatih Karaca'nın hazırlayıp sunduğu Gündem Siyaset programına katılan Sağlar, Türkiye'nin özellikle 1993 yılında önemli kırılma noktaları yaşadığını söyledi.

Fikri Sağlar, önemli kırılma noktalarından olan 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümünün üzerindeki sırrı aralamak için kan örneği alındığını ancak bunun esrarengiz biçimde ortadan kaldırıldığını iddia etti.

Sağlar, "Turgut Özal öldükten sonra kanı alındı. Bu kan tahlil edilebilse nasıl öldüğü ortaya çıkabilecekti ama kan istendiği zaman (Hemşire elinden düşürerek kırdı) denildi." dedi.

Erdal İnönü ile Turgut Özal'ın 1988 yılında Kartal Demirağ tarafından yapılan suikast girişimi sonrasında geçmiş olsun demeye gittiklerini anlatan Sağlar, "Başbakanlık konutunda birkaç dakika bekledik. Özal'ın parmağına dikiş atılıyordu. Nedir bu dediğimizde Özal, (Bu organize bir iştir) dedi. Ben de konuştum biraz fakat (Sen gençsin karıştırma bu işleri) dedi." şeklinde konuştu.

İsimlerini vermek istemediği bir profesör ile savcının Özal tarafından Kartal Demirağ suikastını araştırmak için görevlendirildiğini belirten Sağlar, "Onlar da bana, (Afyon'un Dazkırı ilçesinde bir kontra gerilla eğitim alanı bulduk. Sonra bize 2 general gelerek 'Bu işi karıştırmayın fazla' dediler. Biz de gittik Özal'a söyledik o da boynunu büktü. Ondan sonra da araştırmamızı durdurduk.) dedi." diye konuştu.

Özal ile suikast konusunda konuştuğunu anlatan Sağlar, "Özal'a (Bütün devlet elinizdeydi başbakandınız, yetkiliydiniz ve suikastı yapan kişi yaşıyordu ölmedi. O zaman sadece TRT vardı ifadeleri alındı çekimleri izlediniz. Devletin bütün gücünü kullandınız. Bilmemeniz mümkün değil bunu kim yaptı) dedim. Bana verdiği cevap, (Sen gençsin çok fazla karışma bu işlere) oldu." açıklamasını yaptı.

Uğur Mumcu cinayeti ile ilgili bilgiler de veren Sağlar, Mehmet Ağar'ın Güldal Mumcu ile yaptığı konuşmanın tarihe geçtiğini söyledi.

Ağar'ın, "Biz bir taş çekersek duvar üzerimize göçer." dediğinin kayıtlara geçtiğini anlatan Sağlar, "Uğur Mumcu cinayetini araştıran savcı, (Devlet yetkilileri can güvenliğimi sağlasın failleri bulalım) demiştir." dedi.

Orgeneral Eşref Bitlis'in ölümünün orduda Kürt sorununun çözümü ile ilgili önemli bir kırılma noktası olduğuna dikkat çeken Sağlar, şu açıklamalarda bulundu: "Uçağı düştü düşen uçağa ilk gelen Cem Ersever, yerinde ilk araştırmayı yapıp gitmiştir. Ondan sonra yetkililer gelmiştir. Kaza olarak buzlanma nedeni ile kaza meydana geldi denildi. Ama pilotun ailesi mahkemeye verdi. Uçağın fabrikası böyle bir kazanın olmayacağı başka bir nedenler olduğunu dolayısıyla sabotaj bilgisini verdi. O uçakta en son dakikada listeden çıkarılan bir albay vardı. O albay daha sonra garnizonda intihar etti. Uçağa binmedi ölmedi ama daha sonra intihar etti. Eşref Bitlis'in ölümünden sonra TSK'de farklılaşma görüyorsunuz. Silahla Kürt sorununun çözülemeyeceğini. Kürt sorununun siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik atılımlarla çözülmesi gerektiğini savunanlar var. Dolayısıyla onlar yok ediliyorlar. PKK ile mücadele Kürt sorununu çözmeden 25 yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Bilinçli olarak devam ediyor. Burada milyar dolar paralar gidiyor. Ama devleti yönetenler siyasilerin dışında ki iktidar sahipleri çözülmemesi doğrultusunda çaba gösteriyor. Şehitler veriliyor. On binlerce çocuğumuz sakat kalıyor. Neden çözülmek istenmiyor."

Eski Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu ise Kartal Demirağ'a 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a suikast emrinin devletin içinden biri tarafından verildiğinin bilindiğini söyledi.

Kendilerinin bu konularda iddialarda bulunmasına rağmen kimsenin kendilerinden bir şey sormadığını ifade eden Orakoğlu, Uğur Mumcu ile Çetin Emeç'in öldürülmelerinin sebebinin benzerlik taşıdığını kaydetti.

Orakoğlu şunları söyledi: "İkisine de önemli dosyalar geliyor. Uğur Mumcu'nun Abdullah Öcalan ile ilgili çok ciddi araştırmaları var. Gelen dosyanın vahameti Uğur Mumcu'yu dehşete düşürüyor. Özal'ı arıyor. Bulamayınca Eşref Bitlis Paşa'yı arıyor ve telefonda 20-25 dakika dosyayı paylaşıyor. Burada en büyük hatayı yapıyor. Uğur Mumcu bunun ardından ölüyor. Ardından bir ay sonra Eşref Bitlis'in uçağı düşüyor. Ardından 1,5 ay sonra Turgut Özal eceli ile ölüyor." (CİHAN)

22.Eylül.2008 14:44:41
 
Hesap vermek zorundasın!
10/18/2008 Karakter Boyutu:
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un önceki gün yaptığı açıklamalara tepkiler gelmeye devam ediyor...

Orgeneral Başbuğ'un fevri çıkışı, emekli Binbaşı Mustafa Hacımustafaoğulları'nı çileden çıkardı...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, “17 şehit verdiğimiz Aktütün saldırısının önceden bilindiği halde önlem alınmadığı” konusuna hiç değinmeksizin, tepki gösterdiği haklı eleştiriler karşısında “terör örgütünün yaptığı eylemleri ‘başarılı gibi gösterenler’, akan ve akacak her damla kanın sorumluluğuna ortak olurlar” ifadesini sarfetmesi, emekli Binbaşı Mustafa Hacımustafaoğulları’nı çileden çıkardı.

Hacımustafaoğulları, çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

KARŞINDA MİLLET VAR, ASKER DEĞİL!

Binbaşı iken YAŞ kararıyla ordudan ihraç edilen Hacımustafaoğulları, vatan sevgisinin kimsenin tekelinde olmadığına vurgulayarak, şunları kaydetti: “Karşında esas duruşa geçmiş asker mi var? ‘Asker işini doğru dürüst yapmalı’, ‘TSK içindeki çürük elmalar ayıklanmalı’ diyenler PKK’lı mı olur? Sen vatanı seviyorsun da, bu haklı sorgulamaları yapanlar vatanı sevmiyor mu? Türkiye’de vatan hainliği ispatlanmayan herkes bu ülkenin evladıdır, herkes vatanını sever. Vatanı için seve seve canını verir. Vatan sevgisi kimsenin tekelinde değildir.”
BİLGİ SIZDIRILMIŞSA, SORUMLULUĞU SENDE!
"Deniliyor ki, ‘bilgi sızdırılıyor, bilgi sızdıranlar bulunacak, bunlardan hesap sorulacak.’ Heron'larımız var, insansız uçaklarımız. Bunların yazılım programları milli mi? Değil. Yarın Allah göstermesin biz İsrail'le, Amerika'yla savaşa girsek, bu uçakları kullanamayacağız. Ya sen en başta vermişsin gizli bilgilerini İsrail'in, Amerika'nın eline. Ne sızması? Bilgi sızdırılmaması için o bilgiye dair kontrol mekanizması kuruldu mu ki? Yoksa bu tabiî sızar. Bugün devletin gizli bilgileri bir gazeteye sızdırılmış, bundan yakınılıyor. Bunda bir şey yok. Bu gizli bilgiler, belgeler yarın Yunanistan'a, İsrail'e, Amerika'ya sızdırılırsa ne olacak? Bunun önlemini almak senin işin değil mi? Almayarak / alamayarak devletin gizli bilgilerinin birilerinin eline geçmesine yol açmışsan bunun sorumluluğu da sende. Bende değil."

BU HESABI VERMEKLE MÜKELLEFSİN

“Yüreklerimizi dağlayan şehit olaylarında yaşanan zaafiyet, ihmal, bunların hesabı elbette sorulur. Millet sorar, kamuoyu adına basın sorar. Olmadı, tarih sorar. Sen bu hesabı vermekle mükellefsin. Hesap veremeyen gider. İstifa merci diye bir şey var. Veremiyor musun hesap, istifa eder gidersin. Ama maalesef bizim siyasetçimiz de, bürokratımız da makamına İtalyan nikahı ile bağlı olduğu için, koltukları ile boşanma diye bir şey bilmiyorlar. Bunlar İtalyan nikahı ile oturmuşlar sanki o koltuklara.”

ATILANLAR, HESAP SORANLAR MI?

“Bugün Dağlıca’nın, Aktütün’ün hesabını vermeyenler, YAŞ kararları ile benim de aralarında bulunduğum 3 bine yakın insanı sorgusuz sualsiz, sırf dindar oldukları için ordudan atanlardır. Biz diyoruz ki, ‘Yargılayın bizi, suçumuz ne ise bilelim.’ Yok. Yargılamıyorlar bile bunu yaparken. Ama diğer tarafta her gün şehitler veriliyor, bu olaylarda zaafiyetler, ihmaller ortaya çıkıyor, tek bir kişiden bile hesap sorulmuyor. Bu nasıl iş? Acaba bu dindar subaylar ordudan, bu keyfîliklerine karşı durdukları / duracakları için mi atıldılar / atılıyorlar; zaafiyetlerin, ihmallerin hesabını sordukları / soracakları için mi atıldılar / atılıyorlar? Bu da apayrı bir soru işaretidir.”

20 EKİM BAĞLANTISI

Hacımustafaoğulları, artan terör olaylarının 20 Ekim tarihine yaklaşılmasıyla da alakalı olduğunu düşünüyor. 20 Ekim, Ergenekon Terör Örgütü davasının ilk duruşma tarihi. Hacımustafaoğulları’nın, kurduğu bu bağlantıyla ilgili şok açıklamaları da şöyle: “20 Ekim’de Ergenekon duruşması var. Çok açık söylüyorum, bu işin içinde Ergenekon parmağı var. Ergenekon’un merkezi, ordunun içindedir. Üst düzey komutanlar bu işin içinde. Korkarım ki, Ergenekon duruşması öncesi ortalık iyice karışacak. Aba altından sopa gösteriliyor bu şekilde. Yine bakın çok açık söylüyorum, PKK, Ergenekon’un bir parçasıdır. Ergenekon yapılanmasının fikir babaları, ana mensupları ordu mensuplarıdır. Emeklilerin yanı sıra muvazzaflar var bu işin içinde.”

YETMEZ YETMEZ OYLAR GELMEZ

Milliyet yazarı Baykal'ın biletini kesti
Milliyet yazarı Baykal'ın biletini kesti
Milliyet yazarı Hasan Pulur,Baykal'a akıl vereyim derken tek parti döneminin bütün kirli çamaşırlarını ortaya döktü.

Yetmez, yetmez oylar gelmez...

YETMEZ Sayın Baykal, yetmez! Ankara’da Atatürk Bulvarı’nda hırpani kılıklı adamların dolaşmasına izin verilmezdi demeniz yetmez.
CHP’nin günahlarını şöyle doğru dürüst sıralayın da hızınızı alın, hınk deyiciniz Sevigen’le rahatlayın...
Mesela, Varlık Vergisi’nden başlayın, bu vergiyi ödemeyenlerin malını mülkünü haraç mezat sattıklarını, Aşkale’ye sürdüklerini, kar küreletip buz kırdırarak yol açtıklarını da söyleyin!
Bu da yetmez!
* * *
YOL Vergisi ödemeyenlerin hapse atıldıklarını söyleyin!
Bu da yetmez!
Zonguldak çevresinde yaşayanların, köylülerin zorla maden ocaklarına indirilip çalıştırıldıklarını söyleyin!
Bu da yetmez!
* * *
TEKKELERİN kapatıldığını, kıyafet kanununun çıkarıldığını, Latin Alfabesi’yle halkın bin yıllık kültüründen koparıldığını söyleyin!
Bu da yetmez!
Köy Enstitüleri’nin komünist yuvası olduğunu, kızıl öğretmenlerin buralarda yetiştirildiklerini söyleyin.
Bu da yetmez!
Doğu’da, sınır soygunu yapan 33 kişinin, 33 vatandaşın kurşuna dizildiğini söyleyin.
Bu da yetmez!
* * *
İSMET Paşa’nın büyük oğlunun otomobille bir kadını ezdiğini söyleyin.
Bu da yetmez!
Halk ekmek bulamazken, ekmek karneyle verilirken buğdayların çürütülüp denize döküldüğünü söyleyin!
Bu da yetmez!
* * *
İSMET Paşa’nın Türkiye’yi savaşa sokmayarak milletin erkekliğini öldürdüğünü söyleyin!
Bu da yetmez!
Şeyh Sait İsyanı’nı çıkaranların Diyarbakır’da nasıl asıldıklarını söyleyin, geniş bilgiyi Zincirbozan’dan dostunuz rahmetli Çağlayangil’in anılarında bulabilirsiniz.
Bu da yetmez!
* * *
SAVARONA yatından, “Beyaz Tren”den söz edin!
Bu da yetmez!
Bu devletin ilk anayasasında “Devletin dini İslamdır” diye yazılı olduğunu, sonra “laiklik” gibi bir belanın başımıza sarıldığını söyleyin!
Bu da yetmez!
İsterseniz cuma tatil deyin.
Bu da yetmez!
* * *
YETMEZ, yetmez, yetmez!
Niye mi?
Sarıklının da, çarşaflının da oyları size gelmez.
“Taklitlerinden sakının!” diye bir deyim vardır, aslı dururken kim taklidine oy verir ki!

HASAN PULUR/MİLLİYET

07.Aralık.2008 16:41:41

NEREDEYSE KÜÇÜK CEPHANELİK

Bunlar da Dalan'ın özel kasasından çıktı !
Bunlar da Dalan'ın özel kasasından çıktı !
Yeditepe Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Bedrettin Dalan'ın özel kasasından tam bir cephanelik çıktı.

Çelik kasada 2'si ruhsatlı 5 adet tabanca ile 2 bin adet mermi ele geçirildi. Ergenekon operasyonu kapsamında sahibi olduğu İstek Vakfı'nın Genel Müdürlüğü'ne baskın yapılan Bedrettin Dalan'ın özel kasasından 5 adet silah ile 2 bin adet mermi çıktı. Önceki gün yapılan operasyonda polis, Dalan'ın özel kasasını açtı. Çelik kasada 2'si ruhsatlı 5 adet tabanca ile 2 bin adet mermi ele geçirildi. Polis, silah ve mermilere el koydu. HABERTÜRK

İLGİLİ HABERLER:

BURASI GÖLBAŞI - ŞOK FOTOĞRAFLAR

SIRA BAYKAL'DA MI? - KARELER

İDDİALARA TOKAT GİBİ CEVAP

1 NUMARA AZ SONRA ! - KARELER

ERGENEKON'DA EN BÜYÜK DALGA - KARELER İÇİN TIKLAYIN

KEMAL GÜRÜZ'ÜN GÖZALTINA ALINMA ANI - KARELER

YALÇIN KÜÇÜK'ÜN GÖZALTINA ALINMA ANI - KARELER

İBRAHİM ŞAHİN'İN GÖZALTINA ALINMA ANI - KARELER

TÜM ERGENEKON HABERLERİ İÇİN TIKLAYIN

BU FOTOGRAFLARI IYI INCELEYIN-ISTE BU KISILER TURKIYENIN ASIL TERORISTLERI:

 

Osmanlı Gazze'yi nasıl kaybetti?

Osmanlı Gazze'yi nasıl kaybetti?

İngilizler Gazze'yi 7 Kasım 1917'de işgal etti. İngilizler şehre girerken Dışişleri Bakanları, 'topraksız millet' dediği Yahudilere, 'milletsiz toprak' olan Filistin'de bir 'yurt' verileceğini ilan ediyordu.

Zaman yazarı Mustafa Armağan'ın gazetenin Pazar ekinde aktardığı tarihteki acı gerçek...

Gazze'yi nasıl ve kimin yüzünden kaybettik?

Cemal Paşa, Kudüs'teki karargâhındadır. Filistin'in Nablus şehrinden gelen 20 kadar insan, kendilerini sürekli paylayan Cemal Paşa'nın neredeyse ayaklarını öpeceklerdir; durmadan yalvarıp yakarmaktadırlar. Kaderleri, karşılarındaki paşanın ağzından çıkacak tek bir kelimeye bağlıydı çünkü. O 'idam' dedi miydi, kurtuluş yoktu.

Neyse ki bu defa şanslıydılar: Anadolu'ya sürgünle yakayı kurtarmışlardı. Adamlar dışarıya çıktıktan sonra Cemal Paşa birden değişmiş, "Ne yaparsın, burada böyle söküyor" demişti. Falih Rıfkı, Paşa'nın tavrındaki bu değişimi, "Rol bitmişti" diye özetler.

Rol bitmişti, evet. Falih Rıfkı Atay'ın "Zeytindağı" adlı kitabı dili, üslubu için de okunabilir ama bence "ibret" almak için okunmalıdır. Yıkılmaz denilen Osmanlı kalesinin peş peşe yapılan hatalar yüzünden 4 yıl içinde nasıl çatır çatır çöktüğünü daha iyi anlatan bir eser bulmak kolay değildir.

Cemal Paşa, Arapları tehcir, tedhiş ve silahla Türkleştireceğine inanmıştı. Ermeni tehcirinin tersine, bu defa Suriye ve Filistin'den Anadolu'ya yapılan bir başka tehcirden söz ediyoruz. Çapı öbürüne göre ufaktı ama etkisi sanılandan çok daha büyük oldu. Sonuç, Arap topraklarının büsbütün kaybı ve Filistin'de hâlâ kanayan yara olacaktı.

Başka şahitlerimiz de var. Mesela Filistin'de bir posta memuru olan İzzet Derveze, İttihatçı hükümetin Cemal Paşa'yı savaşı fırsat bilip Arapçılık hareketi mensuplarının işini bitirmek üzere gönderdiğine inanır. 21 Ağustos 1915'te 9 kişi, 6 Mayıs 1916'da ise 21 kişi idam edilmişti. "Zalim tehcir hareketi" diyor Derveze, "Suriye, Filistin ve Lübnan'dan Anadolu'ya gerçekleşmiş ve erkek, kadın ve çocuklardan oluşan yüzlerce aileyi kapsayan sürgün, bu kimseleri iki yıl boyunca yoksulluk ve hakarete maruz bırakmıştı."

 

kullan 

Bir zamanlar Gazze...

Derveze'nin anlattığı bir olay, Cemal Paşa'nın gaddarlığını bütün açıklığıyla göz önüne seriyor. İdam edilenlerden Selim el-Ahmed'in amcası ve Cenin şehrinin önderi olan Hafız Muhammed Abdülhadi Paşa'ya telgrafla haber yollamıştır Cemal Paşa, Cenin'e geldiğinde evine misafir olacağını bildirmiştir. Düşünün, gencecik yeğeninizi suçsuz yere idam ettiren adamı ("katili"), daha gözünüzün yaşı kurumamışken evinizde zorla ağırlayacaksınız. Bir aileye verilebilecek en büyük manevî eziyetlerden biri değil midir bu?

 

kullan 

Bahriye Nâzırı Cemal Paşa ve Alman Generali Falkenhayn Kudüs'te askeri denetliyorlar. (1915).

Öte yandan Lübnanlı aydın Şekip Arslan, Cemal Paşa'nın Suriye'deki "Arap ruhu"nun öldürülmesi görevini üstlendiği kanaatindedir. Şam'da bir Tehcir Komisyonu kuran Cemal Paşa, 2 bin Arap'ı Anadolu'ya sürmüş olup ev ve arazilerine el konulması için de hazırlıklara girişmiştir. Bana göre, diyor Şekip Arslan, sürgün yöntemi Osmanlı Devleti'nin geleceği açısından büyük bir tehlikeydi. Devletin tehlikeli bir dönemeçten geçtiği bir zamanda zor kullanma, yıldırma ve Türklerle Araplar arasında kin ve nefret uyandırma siyasetini uygulamak doğru değildi. Ona göre Cemal Paşa'nın Suriye'de takip ettiği siyaset, Osmanlı Devleti ve İslam âleminin başına gelmiş en büyük felaketlerden biridir.

 

kullan 

Gazze Savaşı'na katılan Osmanlı birliği yürüyüş halinde. (1917)

Ve Osmanlı kuvvetleri Gazze'dedir. Filistin'in güneyini kapayan Gazze-Birüseba cephesi İngilizleri tutmak için hayati önemdedir. Üstelik Osmanlı ordusu burada yapılan iki muharebede İngilizleri püskürtmeyi de başarmıştır. Cemal Paşa ise bölge halkını Osmanlı'ya bağlayacak yerde, mevcutları da yerle bir edecek ne kadar siyaset varsa harfiyen uyguluyordu. Cephede kazanıyor ama cephe gerisinde kaybediyorduk.

Nihayet 31 Ekim 1917'de başlayan nihai İngiliz hücumu cephemizi yarmış ve ağır kayıplar verdirmişti. Şimdi çekilme zamanıydı. Artık Kudüs'ü tutacak doğru dürüst bir kuvvet kalmamıştı. Gazze'de ise zehirli gaz mermileri kullanan İngilizler karşısında Mehmetçiğin gaz maskesi yoktu. Başkomutanlık gerek görmemişti çünkü.

Gazze hem karadan, hem denizden bombalanıyordu. Karadan 218 top ve 6 tank, denizden ise 27 kruvazör, tıpkı Çanakkale'de olduğu gibi ateş yağdırıyordu.

 

kullan 

Binlerce Mehmetçiğin şehit olduğu Kudüs'ün İngilizlere teslim törenine katılanlardan bir grup (9 Kasım 1917).

O gün bugündür rahat yüzü görmemiş olan Gazze'yi 7 Kasım 1917 günü işgal etti İngilizler. Tesadüfe bakın ki, İngilizler Gazze'ye girmek üzere iken Dışişleri Bakanları Balfour, "topraksız millet" dediği Yahudilere, "milletsiz toprak" olan Filistin'de bir 'yurt' verileceğini ilan ediyordu. Arthur Koestler'in dediği gibi, "Bir millet, ikinci millete, üçüncü milletin toprağını veriyordu." Dünya tarihinde eşi görülmemiş garip bir mantıkla kurulmuş bu yapay devletin feci bedellerini ne yazık ki 'ikinci millet', yani Filistinliler ödemeye mahkûm edilmişti. Cemal Paşa mı? O, görevini fazlasıyla yapmış olmanın huzur ve rahatlığı içinde İstanbul'a dönüyor ve Bahriye Nezareti'ndeki makam koltuğuna oturuyordu. Geride tam bir harabe bırakan o değildi sanki.

 

 kullan

II. Abdülhamit'in Kudüs'te görevlendirdiği Osmanlı askerleri.

İsrail'deki Hayfa Üniversitesi öğretim üyelerinden Ilan Pape, ilginç bir noktaya dikkatimizi çekiyor. Nedense, diyor, Müslüman Araplara kan kusturan Cemal Paşa, Siyonist yerleşimcilere daha iyiliksever (benevolent) davranıyordu. Yoksa diyor, Pape, bunun sebebi, Cemal Paşa'nın eşinin Yahudiliği olmasın!

Peki Arapların önde gelenlerini topraklarından süren ve idam ettiren Cemal Paşa'nın gerçek amacı neydi? Falih Rıfkı her zamanki dobralığıyla "Filistin için tehcir, Suriye için tedhiş ve Hicaz için ordu kullandık." diyor. Bir şey daha söylüyor. Şunu: "O zaman Suriye'de esaslı bir tedhiş politikasına neden lüzum olduğunu Cemal Paşa bir sır olarak kara toprağa götürmüştür." Neden, hakikaten neden?

Halbuki onun görevini devralan Mersinli Cemal Paşa, o sıkışık dönemde Araplarla barışma politikası gütmüş, tehciri durdurmuş, sürgüne gönderilen aileleri geri getirtmişti. Bir şey daha yapmıştı: Ekim Devrimi'nde Çar'ın kasalarında gizli anlaşmaları bulan Bolşevikler, Cemal Paşa'nın Müttefiklerle bazı yazışmalarını deşifre edince Mersinli Cemal Paşa bu bilgileri doğrudan Emir Faysal'a göndermiş, onu nasıl bir oyuna düştükleri konusunda uyararak Osmanlı ile savaşmak yerine ayrı bir barış antlaşması imzalamaya çağırmıştı.

Ne var ki artık çok geçti. Filistin ve Suriye, Mehmetçiğin döktüğü onca kana rağmen elden çıkmıştı. (Gazze'nin etrafında dev bir mezarlık bıraktık diyordu Falih Rıfkı.) Şimdi Anadolu'yu kurtarma telaşı bastırmıştı. Astığı astık kestiği kestik paşamız yalnız Filistin ve Suriye'yi değil, İngilizler gelmeden ana vatanı da terk edecekti.

Rol bitmiş miydi?

m.armagan@zaman.com.tr

 
 
Yeni sayfanın içeriği
Bugün 30 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol